Herakleitos
Üç farklı yazının derlemesidir.
Frank Thilly
Herakleitos (İ.Ö. 535-475) Efes’te soylu bir ailenin oğlu olarak doğdu. Tüm
yaşamı boyunca kamuerkini aşırı boyutta hor gören uzlaşmaz bir beyerkçi olarak
kaldı. Ciddi, eleştirel ve kötümser, insanlarla ilgili düşüncelerinde bağımsız,
inakçı, kibirli ve yanlış aramaya eğilimliydi. Hesiodos, Pisagor, Ksenofanes ve
giderek Homeros’tan bile kötüleyerek söz eder ve kendi kendini eğitmiş olmasıyla
övünür. ‘‘Çok-bilme,’’ (polymathy) der, ‘‘anlığı eğitmez, öyle olsaydı Hesiodos,
Pisagor ve Ksenofanes’i bilge yapardı.’’ Biçemi bulanıktır, olasılıkla bilinçli
olarak öyledir, o denli ki Bulanık diye adlandırılır oldu. Yine de bilgelikle ve
özgün deyişlerle dolu etkileyici bir yazardı ve hiçbir tanıtlama yoluyla
destekleme girişiminde bulunmadığı kahince sözlere düşkündü. Çalışmasından
yalnızca fragmanlar kaldı; çalışmanın yaygın bir başlık olan Doğa Üzerine
başlığını taşıdığı ve fiziksel, törebilimsel, politik olmak üzere üç bölüme
ayrılmış olduğu düşünülür. Sık sık Herakleitos’a yüklenen Mektuplar düzmecedir.
Karşıtların Birliği
Herakleitos’un öğretisindeki temel düşünce, görmüş olduğumuz gibi, evrenin
biteviye bir değişim durumunda olduğudur; ‘‘aynı ırmaklara iki kez giremezsiniz,
çünkü her zaman başka sular akmayı sürdürür.’’ Bildiği en devingen tözü, hiç
dinginliğe gelmezmiş gibi görünen birşeyi, onun tarafından örgenlikteki dirimsel
ilke ve ruhun özü olarak görülen hep-yaşayan ateşi (kimi zaman ona buğu ya da
soluk da der) ilk ilkesi olarak seçmesi bu ardı arkası kesilmez etkinlik
kavramını göz önüne sermek içindir. Kimi yorumculara göre ateş-ilkesi biteviye
etkinliğin ya da sürecin yalnızca somut fiziksel bir anlatımıdır; bir töz değil,
tözün yadsınmasıdır, arı etkinliktir. Ama Herakleitos çok olasıdır ki böyle ince
bir noktayı düşünmüş değildi; onun için sürekli olarak nitel dönüşüme uğrayan,
biteviye değişen bir ilke bulmak yeterliydi; ve ateş bu istemleri karşılıyordu.
Ateş suya ve sonra toprağa değişir; toprak da geriye suya ve ateşe, ‘‘çünkü
yukarıya yol ve aşağıya yol birdir.’’ ‘‘Tüm şeyler ateşle değiştirilir ve ateş
tüm şeylerle; malın altın, altının mal karşılığında değiştirilmesi gibi.’’
Şeyler kalıcı gibi görünürler, çünkü onlardaki biteviye devinimleri algılamayız
ve bir yolda yitirdiklerini başka bir yolda kazanırlar: güneş her gün yenidir,
doğuşunda tutuşur ve batışında söner.
Birincil birlik sürekli devinim ve değişim içindedir, hiçbir zaman durağan
kalmaz. Yaratılışı yokoluştur, yokoluşu yaratılış. Eş deyişle, başka bir duruma,
ateşten suya geçtiğinde, ateş yeni bir varoluş biçiminde yiter. Her şey böylece
karşıtına değişir; öyleyse her şey karşıt niteliklerin bir birliğidir; hiçbir
şey niteliklerinde dayanıklı olamaz, kalıcı nitelikleri olan hiçbir şey yoktur.
Bu anlamda, her şey hem var hem de yoktur; karşıtına yüklenebilen her şey aynı
zamanda ona da yüklenebilir. Ve ancak böyle bir karşıtlık bir dünyayı olanaklı
kılar. Örneğin müzikteki uyum tiz ve pes seslerin bileşiminden, yani karşıtların
bir birleşmesinden doğar.
Başka bir deyişle, dünya çekişme tarafından yönetilir: ‘‘savaş her şeyin atası
ve her şeyin kralıdır.’’ Çekişme ya da karşıtlık olmasaydı dünya sona
ererdi-durgunlaşır ve ölürdü. ‘‘Bir iksir bile çalkalanmadığında bileşenlerine
ayrışır.’’ Karşıtlar ve çelişikler birleşir, sonuç uyum olur; gerçekten de
çelişki, karşıtlık, devinim ya da değişim olmaksızın bir düzen olamazdı. En
sonunda tümü de evrensel ilkede uzlaştırılacaktır; dünya aynı zamanda us da olan
kökensel durum ya da ateşe dönecek ve süreç yeniden başlayacaktır. Bu anlamda,
iyi ve kötü aynıdır; ‘‘Yaşam ve ölüm, uyanıklık ve uyku, gençlik ve yaşlılık
aynıdır; çünkü sonrakiler değişir ve öncekiler olur, ve öncekiler yeniden
değişerek sonrakiler olur.’’ Tanrı için herşey güzel, iyi ve türelidir, çünkü
Tanrı şeyleri olması gerektiği gibi düzenler, tüm şeyleri bütünün uyumunda
eksiksizleştirir, ama insanlar kimi şeylerin türesiz kimi şeylerin türeli
olduğunu sanırlar.
Us Yasası
Kozmik süreç, öyleyse, gelişigüzel ya da başına buyruk değil, ama ‘‘değişmez
ölçü’’ ile uyum içindedir; ya da bugün söyleyebileceğimiz gibi, yasa tarafından
yönetilir. ‘‘Şeylerin bu tek düzenini ne tanrılardan ne de insanlardan herhangi
biri yapmıştır; tersine, o her zaman değişmez ölçüye göre tutuşan ve değişmez
ölçüye göre sönen sürekli-dirimli bir ateşti, öyledir ve öyle olacaktır.’’
Herakleitos ondan kimi zaman Yazgının ya da Türenin işi olarak söz eder ve bu
yolla zorunluk düşüncesini dile getirir. Tüm değişim ve çelişkinin ortasında
süren ya da kalan tek şey tüm devinim ve değişim ve karşıtlığın altında yatan bu
yasadır; bu şeylerdeki ustur,—logos. Öyleyse ilk ilke ussal bir ilkedir;
dirimlidir ve usla donatılıdır. ‘‘Tüm şeyleri tüm şeyler arasından yönlendirip
yönetenin us olduğunu anlamak,’’ der felsefecimiz, ‘‘ancak bu bilgecedir.’’
Herakleitos’un bunu bilinçli us olarak anlayıp anlamadığını saltık pekinlikle
söyleyemeyiz, ama öyle olduğunu varsaymak uygundur.
Ruhbilim ve Törebilim
Herakleitos ruhbilim ve törebilimini bu evren kuramı üzerinde temellendirir.
İnsan ruhu evrensel ateşin bir parçasıdır ve onunla beslenir. Onu soluruz ve
duyularımız aracılığıyla onu alırız. En kuru ve en sıcak ruh en iyisidir, kozmik
ateş-ruha en benzeyeni odur. Duyu bilgisi usun altında durur; gözler ve kulaklar
kötü tanıklardır. Düşünme olmaksızın algı bize ancak us tarafından bulunabilecek
gizli gerçekliği göstermez.
İnsandaki denetleyici öğe tanrısal usa benzeyen ruhtur. İnsan kendisini evrensel
usun, tüm şeylere yayılan yasanın buyruğuna altgüdümlü kılmalıdır. ‘‘Us ile
konuşanlar için tıpkı bir kentin yasaya sıkıca sarılması gibi, giderek çok daha
güçlü bir biçimde, tüm şeylerdeki evrensel öğeye sıkıca sarılmak zorunludur.
Çünkü tüm insan yasaları tanrısal olan tek bir yasayla beslenir.’’ Törel olmak
tümümüz için aynı olan, tüm evren için aynı olan ussal bir yaşamı yaşamak, usun
buyurduklarına boyuneğmektir. Yine de, ‘‘us ortak olsa da, insanların çoğu
kendilerine özgü bir anlayış güçleri varmış gibi yaşarlar.’’ Ahlaksallık yasaya
saygı, öz-disiplin, tutkuların denetlenmesi demektir; kendini ussal ilkelere
göre yönetmektir. ‘‘İnsanlar yasaları için tıpkı surları için dövüştükleri gibi
dövüşmelidirler.’’ ‘‘Kişilik insanın koruyucu tanrısallığıdır.’’ ‘‘Densizliği
söndürmek yangını söndürmekten daha gereklidir.’’ ‘‘Tutkuya karşı savaşmak
zordur; çünkü istediğini ruh pahasına satın alır.’’ ‘‘Benim için bir kişi, eğer
en iyisiyse, on bin kişi denli değerlidir.’’
Herakleitos ‘‘şairleri izleyen ve çoğun kötü ve azın iyi olduğunu bilmeyerek
kalabalığı öğretmen edinen’’ ve ‘‘sığırlar gibi tıka basa yiyen’’ kitleleri
aşağı görüyordu. Yaşam olsa olsa üzücü bir oyundur: ‘‘Ömür dama taşlarıyla
oynayan bir çocuktur; krallık bir çocuğundur.’’ ‘‘İnsan, gecede bir ışık gibi,
yakılır ve söndürülür.’’ Herakleitos halksal din konusunda da küçümsemeden başka
bir şey duymaz: ‘‘Kendilerini kanla arındırırlar, sanki çamura batan biri
kendini çamurla yıkayıp arıtabilirmiş gibi. Eğer insanlardan herhangi biri onu
bunu yaparken görseydi, çıldırmış olduğunu düşünürdü. Ve bu imgelere yakarırlar,
tıpkı birinin insanların evleri ile söyleşiye girmesi gibi, çünkü tanrıların ve
yarı-tanrıların ne olduklarını bilmezler.’’
[THILLY: BİR FELSEFE TARİH: YUNAN FELSEFESİ: DOĞA FELSEFESİ: § 5 DEĞİŞİM SORUNU:
HERAKLEİTOS]
Çevirenler Nur Küçük Yasemin Çevik
(C) Nur Küçük Yasemin Çevik 2000
Frederick Copleston
HERAKLEİTOS Efesli bir soyluydu, ve Diogenes’e göre 69. Olimpiyat sıralarında,
e.d. yklş. İÖ 504-501 yıllarında kendini gösterdi; doğum ve ölüm yılları doğru
olarak belirlenemez. Basileus görevi ailesinde kalıtsaldı, ama Herakleitos
kardeşinden yana bu görevden vazgeçti. Anladığımıza göre insanlardan uzakta
yalnız başına olmayı seven melankolik bir insandı ve sıradan yurttaşlar sürüsünü
olduğu gibi geçmişin önde gelen insanlarını da küçümsüyordu. Kentinin
yurttaşları konusunda şunları söyledi: ‘‘Efeslilerin tüm yetişkin erkekleri
kendilerini asıp kenti sakalsız delikanlılara bıraksalar çok iyi yapmış olurlar;
çünkü ‘Aramızda en iyi olan hiç kimseyi istemeyiz; eğer böyle biri varsa,
bırakın başka bir yerde ve başkalarının arasında böyle olsun!’ diyerek
içlerindeki en iyi insanı, Hermodorus’u kovdular.’’1 Yine şunları diyordu:
‘‘Priene’de yaşadı Bias, Teutamas oğlu, ki geri kalanların tümünden
değerlidir.’’ (‘‘İnsanların çoğu kötüdür’’ diyordu.)2
Herakleitos Homer’e ilişkin düşüncelerini şöyle anlatır: ‘‘Homer yarışmalardan
atılmalı ve kamçılanmalıdır, ve Arkilokhus da.’’ Benzer olarak şunları da
belirtiyordu: ‘‘Çok öğrenmek anlamayı öğretmez, yoksa Hesiod ve Pisagoras’a, ve
ayrıca Ksenofanes ve Hekataeus’a da öğretirdi.’’ Pisagoras’a gelince, ‘‘bilimsel
araştırmayı tüm başka insanların ötesinde uyguladı, ve bu yazılardan bir seçme
yaparak, pek çok şeyin bir bilgisinden ve bir düzenbazlıktan
[imposture/Machenschaften] başka birşey olmayan bilgeliğini ileri sürdü.’’3
Herakleitos’un deyişleri zaman zaman hoş olsalar da, çoğu özlü ve derin bir
nitelik gösterir. Örneğin: ‘‘Hastaları kesen, yakan, delen ve geren doktorlar
bunun için almayı hak etmedikleri bir ücret isterler’’; ‘‘Yetişkin birine Tanrı
karşısında bir çocuk denebilir, tıpkı yetişkin karşısındaki bir çocuk gibi’’;
‘‘Eşekler samanı altına yeğler’’; ‘‘Karakteri [davranışı] insanın yazgısıdır.’’4
Din karşısındaki tutumuna gelince, Herakleitos’un gizemlere pek saygısı yoktu ve
giderek ‘‘İnsanlar arasında uygulanan gizemler kutsal olmayan gizemlerdir’’5
diyordu. Dahası, Tanrıya karşı tutumu, kullandığı dinsel dile karşın,
kamutanrıcı idi.
Herakleitos’un biçemi biraz bulanık olmuş görünür, çünkü daha sonraki bir
zamanda o skotenos [bulanık, karanlık] lakabını kazanmıştır. Bu adlandırma
bütünüyle raslantısal görünmez: en azından elimizdeki parçalarda şöyle tümceler
buluruz: ‘‘Doğa gizlemeyi sever’’; ‘‘Delfi bilicisinin efendisi demek istediğini
ne açıklar ne gizler ama imler.’’ Ve insanlığa kendi iletisi üzerine şunları
söyler: ‘‘İnsanlar onu ilk işittiklerinde tıpkı işittikten önce olduğu gibi
anlayamazlar.’’6 Burnet’e göre Pindar ve Aeskilus da aynı peygamberce tonda
konuşurlar ve bunu belli bir düzeye dek çağdaş dinsel yeniden dirilişe yükler.7
Birçokları için Herakleitos ona yüklenen ünlü deyişle bilinir, gerçi görünürde
onun olmasa da: ‘‘Herşey akıyor, panta rei.’’ Gerçekten de pekçok insanın ona
ilişkin olarak bildiğinin tümü budur. Bu bildirim öğretisinin gerçekten de
önemli bir yanını temsil etse de, felsefi düşüncesinin çekirdeğini temsil etmez.
O şu deyişten sorumlu değil midir: ‘‘Aynı ırmağa iki kez giremezsin, çünkü
üzerine her zaman yeni sular akar.’’8 Dahası, Platon’a göre ‘‘Herakleitos bir
yerde tüm şeylerin geçtiğini ve yokluğun kaldığını söyler; ve şeyleri bir
ırmağın akıntısıyla karşılaştırarak der ki, aynı akıntıya iki kez giremezsin.’’9
Ve Aristoteles Herakleitos’un öğretisini ‘‘Tüm şeyler devimdedir, hiçbirşey
değişmeksizin olamaz’’10 görüşünü doğruluyor olarak betimler. Bu bakımdan
Herakleitos eski dünyada bir Pirandello’dur, hiçbirşeyin dayanıklı, hiçbirşeyin
kalıcı olmadığını haykırır, ‘‘Olgusallığın’’ olgusal olmadığını bildirir.
Bununla birlikte, Herakleitos’un değişen hiçbirşey olmadığını öğretmeyi
amaçladığını sanmak yanlış olacaktır, çünkü bu felsefesinin geri kalanıyla
çelişir.11 Ne de giderek değişim bildirimi felsefesinin en önemli ve imlemli
özelliğidir. Herakleitos’un vurguladığı dahaçok ‘‘Söz’’ü, e.d. insanlığa özel
iletisidir, ve eğer ileti şeylerin sürekli olarak değişmekte oldukları
gerçeğinden daha çoğuna varmasaydı, onu vurgulamada kendini pek haklı göremezdi:
değişim gerçeği başka İyonyalı felsefeciler tarafından da görülmüştü ve pek yeni
birşey değildi. Hayır, Herakleitos’un felsefeye özgün katkısı başka bir yerde
yatar: bu türlülükte birlik ve birlikte ayrım düşüncesinden oluşur. Gördüğümüz
gibi, Anaximander’in felsefesinde karşıtlar birbirleri üzerine aşıyor olarak, ve
sonra sırasıyla bu haksızlık edimi için ceza görüyor olarak sunulurlar.
Anaximander karşıtların savaşını düzensiz birşey, olmaması gereken birşey, Birin
arılığını bozan birşey olarak görür. Ama Herakleitos bu bakış açısını kabul
etmez. Onun için karşıtların çatışması, Birin birliğine leke olmak bir yana,
tersine Birin varlığına özseldir. Gerçekte, Bir ancak karşıtların geriliminde
varolur: bu gerilim Birin birliğine özseldir.
Herakleitos için Olgusallığın Bir olduğu şu deyişinde yeterince açıkça görünür:
‘‘Bana değil ama Sözüme kulak vermek, ve tüm şeylerin bir olduğunu doğrulamak
bilgecedir.’’12 Öte yandan, karşıtların çatışmasının Birin varoluşuna özsel
olduğu şöyle bildirimler tarafından da açıkça gösterilir: ‘‘Bilmeliyiz ki savaş
[war/Krieg] her şeye ortaktır ve çekişme [strife/Zwiespalt] türedir
[justice/Recht], ve tüm şeyler çekişme yoluyla varlığa gelir ve yitip
giderler,’’13 ve Homer ‘‘O çekişme tanrılar ve insanlar arasında yok olsun’’
derken yanılıyordu. Evrenin yokoluşu için dua ettiğini görmedi, çünkü, eğer
yakarışları duyulacak olsaydı, tüm şeyler yitip giderdi.14 Yine, Herakleitos
açıkça bildirir: ‘‘İnsanlar çatışmada olanın kendisi ile nasıl bağdaştığını
bilmezler. O karşıt gerilimlerin uyumlu kılınışıdır, yayın ve lirinki gibi.’’15
*(Aziz Yardımlı): ‘‘Varlık’’ kategorisi mantıksal olarak ‘‘Oluş’’ kategorisinden
önce gelir, çünkü analitik olarak düşünüldüğünde Oluş hiç kuşkusuz Varlık
içerir. Böylece Parmenides (Varlık) zamansal olarak Herakleitos’tan (Oluş) önce
gelmelidir. Copleston’un Hegel’i eleştirisi bu uslamlama üzerine dayanır. Eğer
Oluş kategorisi bir felsefeci tarafından zamansal olarak Varlık kategorisinden
önce düşünülmüşse, bu hiç kuşkusuz Oluş kategorisinin Varlık kategorisini
dışlamasını, Var olmayan ya da Varlık içermeyen bir Oluş sürecinin olduğunu
imlemez. Parmenides Herakleitos’tan sonra da yaşayabilirdi. Heidegger ve Sartre
ise Varlık kategorisini incelemede özellikle geciken iki Avrupalı düşünürdür.
(Ayrıca Hegel’in çözümlemesindeki Yokluk kategorisine karşılık düşen bir
ön-Sokratik te yoktur!) Ön-Sokratiklerde dikkati çeken nokta usun tüm
dışsallıktan, mitolojiden özgür bu ilk felsefi girişimlerinde herhangi bir
kavramın tüm başkalarını ikincil kılma pahasına vurgulanmasıdır. (Daha sonra
aynı ‘‘tekilcilik’’ modern Avrupa’da felsefenin doğuşunda bir kez daha yaşanacak
ve gerçekliğin BÜTÜN olduğunu ve felsefe tarihinin kavramını kavrayamayan her
düşünür tarafından yinelenecektir.
Herakleitos için o zaman Olgusallık Birdir; ama aynı zamanda Çoktur—ve yalnızca
ilineksel olarak değil, ama özsel olarak böyledir. Birin aynı zamanda Bir ve Çok
olması, Ayrımdaki Özdeşlik olması varlığına ve varoluşuna özseldir. Hegel’in
Herakleitos’un felsefesine Oluş kategorisini yüklemesi böylece bir yanlış
anlamaya dayanır—ve ayrıca Parmenides’i Herakleitos’tan daha önceye almakla da
yanılır, çünkü Parmenides Herakleitos’un bir eleştirmeni olduğu gibi ayrıca bir
çağdaşıydı, ve daha sonra ortaya çıkmış olmalıdır.16* Herakleitos’un felsefesi
somut bir evrensel, çokta varolan Bir, Ayrımdaki Özdeşlik düşüncesine çok daha
uygun düşer.
Ama çoktaki-Bir nedir? Herakleitos için, daha sonra düşünceyi ondan alacak olan
Stoacılar için de olduğu gibi, tüm şeylerin özü Ateştir. Şimdi, ilk bakışta öyle
görünebilir ki Herakleitos yalnızca eski İyonya teması üzerine aynı şeyleri
yineler—sanki Thales olgusallığı Su ve Anaximenes Hava yapmış olduğu için,
Herakleitos, yalnızca öncellerinden başka birşey bulmuş olmak için, Ateş
üzerinde diretiyordu. Doğal olarak, ayrı bir Urstoff, bir kök-gereç bulma dileği
belli bir düzeye dek etkili olmuş olabilir; ama Ateşi seçişinde bundan daha çoğu
vardı: Ateş üzerinde karar kılmak için olumlu bir nedeni, ve çok iyi bir nedeni
vardı—bir neden ki felsefesinin özeksel düşüncesi ile bağlıydı.
Duyu-deneyimi bize ateşin beslenerek, türdeş olmayan özdeği tüketip kendine
dönüştürerek yaşadığını gösterir. Bir nesneler çokluğundan deyim yerindeyse
fışkırarak onları kendine değiştirir, ve bu özdeksel gereç olmaksızın sönerek
varolmaya son verecektir. Ateşin varoluşunun kendisi bu ‘‘çekişme’’ ve
‘‘gerilim’’ üzerine dayanır. Bu hiç kuşkusuz gerçek bir felsefi kavrama ilişkin
duyusal bir simgedir, ama açıkça bu kavram ile su ya da hava durumunda öyle
kolayca sözü edilemeyecek bir ilişkisi vardır. Böylece Herakleitos’un Ateş’i
olgusallığın özsel doğası olarak seçmesi yalnızca onun payına keyfi bir
davranışa bağlı olmadığı gibi, ne de yenilik isteğine ve öncellerinden ayrı olma
zorunluğuna bağlıdır; tersine, ana felsefi düşüncesi tarafından imlenir.
‘‘Ateş,’’ der, ‘‘yoksunluk ve doymak bilmezliktir’’—o, başka bir deyişle,
varolan tüm şeylerdir, ama sürekli bir gerilim, çekişme, tüketme, yanma ve sönüp
gitme durumu içinde bu şeylerdir.17 Ateş sürecinde Herakleitos iki yol
ayırdeder—yukarıya ve aşağıya doğru yollar. ‘‘O değişimi yukarıya ve aşağıya
doğru yollar olarak adlandırdı ve kozmozun onun dolayısıyla varlık kazandığını
söyledi. Ateş sıkıştığı zaman nem olur, ve basınç altında suya döner; su
pıhtılaşarak toprağa döner, ve buna Herakleitos aşağıya doğru yol der. Ve, yine,
toprağın kendisi sıvılaşır ve su ondan gelir, ve başka herşey ondan; çünkü
Herakleitos hemen hemen her şeyi denizden buharlaşmaya bağlar. Bu yukarıya doğru
yoldur.’’18 Bununla birlikte, tüm şeylerin ateş oldukları ve buna göre değişmez
bir akış durumunda oldukları ileri sürülürse, açıktır ki en azından dünyada
şeylerin dayanıklı doğaları olarak görünenin bir açıklaması verilmelidir.
Herakleitos’un getirdiği açıklama ölçü terimlerindedir: Dünya ‘‘hep diri kalan
bir Ateştir ki, ölçüyle yanar ve ölçüyle söner.’’19 Böylece eğer Ateş şeylerden
alıyorsa, yakarak kendine dönüştürüyorsa, aldığı denli de verecektir. ‘‘Tüm
şeyler Ateş için bir değişim nesnesidir, ve Ateş tüm şeyler için, tıpkı altın
için mallar ve mallar için altın gibi.’’20 Böylece, her tür özdeğin tözü her
zaman değişirken, o tür özdeğin toplam niceliği aynı kalır.
Bununla birlikte, Herakleitos’un açıklamaya çalıştığı şey yalnızca şeylerin
göreli dayanıklılıkları değil, ama ayrıca, gündüz ve gece, yaz ve kış
durumlarında görüldüğü gibi, bir tür özdeğin bir başkası üzerindeki değişen
baskınlığıdır. Diogenes’ten öğrendiğimize göre Herakleitos değişik öğelerin
baskınlığını ‘‘değişik solumalara’’ bağlayarak açıkladı. Böylece ‘‘parlak
soluma, güneşin çemberinde tutuşturulduğu zaman, gündüzü üretti; ve karşıt
solumanın baskınlığı geceyi üretti. Parlak solumadan gelen sıcaklık artışı yazı
üretirken, karanlık solumadan gelen nemin baskınlığı ise kışı üretti.’’21
Gördüğümüz gibi, evrende sürekli bir çekişme vardır, ve ayrıca az çok eşit
oranlarda yanan ya da sönen Ateşin değişik ölçülerine bağlı olarak şeylerin
göreli bir dayanıklılıkları da vardır. Ve Herakleitos’un ‘‘Evrenin gizli uyumu’’
dediği durumu oluşturan ve ‘‘açıktan [open/offenkundig] daha iyi’’ olduğunu
bildirdiği şey bu ölçü olgusu, yukarıya ve aşağıya yolların dengesidir.22
İnsanlar, diyordu daha önce aktardığımız bir parçada Herakleitos, ‘‘çatışmada
olanın kendisi ile nasıl bağdaştığını bilmezler. O karşıt gerilimlerin uyumlu
kılınışıdır, yayın ve lirinki gibi.’23 Kısaca, Bir kendi ayrımlarıdır, ve
ayrımların kendileri birdir, birin ayrı yanlarıdır. Yanlardan hiç biri, ne
yukarıya ne de aşağıya doğru yol, sona erebilir: eğer sona erecek olsalardı, o
zaman bundan böyle Birin kendisi varolamazdı. Karşıtların bu ayrılamazlığı,
Birin değişik kıpılarının özsel ırası, şöyle deyişlerde görülür: ‘‘Yukarıya yol
ve aşağıya yol aynıdır,’’ ve ‘‘Su olmak ruhlara ölümdür, ve toprak olmak suya
ölüm. Ama su topraktan gelir, ve sudan ruh.’’24 Bu hiç kuşkusuz örneğin şu
bildirimlerde olduğu gibi belli bir göreciliğe götürür: ‘‘İyi ve kötü birdir’’;
‘‘Deniz en arı ve en pis sudur. Balıklar onu içebilir ve onlara iyi gelir:
insanlar için içilmez ve yokedicidir’’; ‘‘Domuzlar çamurda yıkanırlar, ve kümes
hayvanları tozda.’’25 Bununla birlikte, Birde tüm gerilim uzlaştırılır, tüm
ayrımlar uyumlu kılınır: ‘‘Tanrı için tüm şeyler güzel ve iyi ve doğrudur, ama
insanlar kimi şeyleri eğri ve kimilerini doğru görürler.’’26 Bu hiç kuşkusuz
kamutanrıcı bir felsefenin kaçınılmaz vargısıdır—herşey sub specie aeternitatis
ya da bengilik biçimi altında aklanır.
Herakleitos Birden Tanrı olarak, ve bilge olarak söz eder: ‘‘Bilge yalnızca
birdir. O Zeus adıyla çağrılmaya isteksiz ve isteklidir.’’27 Tanrı evrensel
Ustur (Logos), tüm şeylere içkin evrensel yasadır ki tüm şeyleri bir birliğe
bağlar ve evrendeki sürekli değişimi evrensel yasaya göre belirler. İnsanın usu
bu evrensel Usun bir kıpısı, ya da onun bir sıkıştırılması ve
yönlendirilmesidir, ve insan bu yüzden usun bakış açısına erişmeye ve us ile
yaşamaya çabalamalı, tüm şeylerin birliğini ve değişmez yasanın egemenliğini
anlamalı, evrenin zorunlu sürecinden hoşnut kalarak ona başkaldırmamalıdır,
çünkü o herşeyi-kapsayan, herşeyi-düzenleyen Logos ya da Yasanın anlatımıdır.
İnsandaki us ve bilinç—ateşten öğe—değerli öğedirler: arı ateş bedeni bıraktığı
zaman geriye kalan su ve toprak değersizdir—bir düşünce ki Herakleitos
tarafından şu deyişte anlatıldı: ‘‘Cesetler dışarı atılmaya hayvan pisliğinden
daha uygundur.’’28 Bir insanın çıkarı o zaman ruhunu olanaklı olduğu ölçüde kuru
tutmaktır: ‘‘Kuru en bilge ve en iyidir.’’29 Nemli olmak ruhlara haz verebilir,
ama gene de ‘‘su olmak ruha ölümdür.’’30 Ruhlar ‘‘uyuyanların’’ özel
dünyalarından ‘‘uyanmışların’’ ortak dünyalarına, e.d. ortak düşünce ve us
dünyasına yükselmeye çabalamalıdır. Bu düşünce hiç kuşkusuz Herakleitos’un
Sözüdür. Böylece evrende tek bir içkin yasa ve Us vardır ki, insan yasaları
bunun tenselleşmesi olmalıdırlar, gerçi en iyisinden onun eksikli ve göreli bir
tenselleşmesinden daha çoğu olamasalar da. Evrensel yasayı ve insanın Usa
katılmasını vurgulayarak, Herakleitos Stoacılığın evrenselci idealleri için
yolun hazırlanmasına katkıda bulundu.
Bu evrensel, herşeyi-düzenleyen Us anlayışı evrenbilimlerini Herakleitos’dan
ödünç almış olan Stoacıların dizgelerinde görünür. Ama Herakleitos’un Biri,
Ateşi kişisel bir Tanrı olarak görmüş olduğunu düşünmeye hakkımız yoktur, tıpkı
Thales ya da Anaximenes’in Su ya da Havayı kişisel bir Tanrı olarak görmemiş
olmaları gibi: Herakleitos bir kamutanrıcıydı, tıpkı daha sonraki zamanların
Stoacılarının da kamutanrıcılar olmaları gibi. Bununla birlikte, hiç kuşkusuz
tüm şeylerin içkin, düzenleyici İlkesi olarak Tanrı anlayışı, olayları tanrısal
Yasanın anlatımı olarak kabul eden ahlaksal tutumla birlikte, öyle bir
ruhbilimsel tutum yaratma eğilimindedir ki, bunu Tanrının kozmik birlik ile
kuramsal özdeşleştirilmesi tarafından mantıksal olarak gerektiriliyor görünen
şeyle bağdaştırmak olanaklı olmayacaktır. Ruhbilimsel tutum ve kuramın katı
istemleri arasındaki bu uygunsuzluk Stoacı Okulda bütün açıklığıyla görünür. Bu
Okulun üyeleri sık sık öyle bir ansal tutumu ele verir ve öyle bir dil
kullanırlar ki, bunlar evrenbilimsel dizge tarafından mantıksal olarak
gerektirilen kamutanrıcı bir Tanrı anlayışından çok tanrıtanırcı bir Tanrı
anlayışını imlerler—bir uyumsuzluk ki, törel sorular üzerinde artan
yoğunlaşmalarına bağlı olarak, özellikle geç Stoacılar arasında yeğinleşiyordu.
Herakleitos dönemsel olarak yineleyen bir evrensel yangın öğretisi açıklamış
mıydı? Stoacılar hiç kuşkusuz bu öğretiyi savundukları için, ve bunu
Herakleitos’tan ödünç aldıkları için, dönemsel ve evrensel yangın öğretisi
Herakleitos’a da yüklenmiştir. Ama gene de şu izleyeceğimiz nedenlerle bu
yüklemeyi kabul etmek olanaklı görünmez. İlk olarak, gördüğümüz gibi Herakleitos
karşıtların gerilim ya da çatışmasının Birin varoluşunun kendisine özsel olduğu
olgusu üzerinde diretiyordu. Şimdi, eğer tüm şeyler dönemsel olarak arı ateşe
geri düşüyor olsalardı, ateşin kendisi mantıksal olarak varolmaya son verirdi.
İkinci olarak, Herakleitos kesin olarak söylemiyor muydu ki ‘‘güneş kendi
ölçülerinin ötesine gitmeyecektir; yoksa Erineler, Türenin hizmetçileri, onu
bulup çıkaracaklardır,’’31 ve ‘‘bu dünya her zaman diri kalan bir Ateştir ki,
şimdi böyledir ve hep böyle olacaktır, ölçüyle yanar ve ölçüyle söner’’? Üçüncü
olarak, Platon Herakleitos ve Empedokles’i şu zeminde karşı karşıya getirir:
Herakleitos’a göre Bir her zaman Çoktur, oysa, Empedokles’e göre Bir sırasıyla
Bir ve Çoktur.32 Profesör Zeller ‘‘Bu onun ve belki Platon’un da gözünden kaçmış
olan bir çelişkidir’’ derken doğrulanması olanaksız bir varsayımda bulunur. Hiç
kuşkusuz, Herakleitos’un gerçekten dönemsel bir genel yangın öğretisini ileri
sürmüş olduğu pekin bir kanıta dayansaydı, o zaman gerçekten de söz konusu
çelişkinin hem Herakleitos’un kendisi hem de Platon tarafından gözden kaçırılmış
olduğu vargısını çıkarmamız gerekirdi; ama kanıt Herakleitos’un bu öğretiyi
öğretmemiş olduğu yönünde olduğu için, bu konuda Platon’a bir yanlışı
yüklememizin istenmesi haklı olamaz. Dahası, görünürde Herakleitos’un genel bir
yangın öğretisini ileri sürdüğünü bildirmiş olanlar ilkin Stoacılar idiler;33 ve
üstelik Stoacılar bile bu konu üzerinde bölünüyorlardı. Plutark bir karaktere
şunları söyletmiyor muydu: ‘‘Stoacı yangının Hesiod’un şiirleri üzerine
yayıldığını görüyorum, tıpkı Herakleitos’un yazıları ve Orfeus’un mısraları
üzerine yayılması gibi’’?34
Herakleitos’un öğretisi, ayrımda birlik kavramı konusunda ne diyeceğiz? Bir
çoğun, bir çokluğun olduğu yeterince açıktır. Ama aynı zamanda anlak sürekli
olarak bir birliği, bir dizgeyi kavramaya, şeyleri biraraya bağlamak için
kapsamlı bir görüş kazanmaya çabalar; ve düşüncenin bu hedefi şeylerdeki olgusal
birliğe karşılık düşer: şeyler karşılıklı olarak bağımlıdırlar. İnsan bile,
ölümsüz ruhu ile, yaratılışın geri kalanı üzerine bağımlıdır. Bedeni olgusal bir
anlamda dünyanın ve insan soyunun bütün bir geçmiş tarihine bağımlıdır; ve
yaşamı için özdeksel evrene bağımlıdır—hava, besin, içecek, güneş ışığı vb.
yoluyla bedensel yaşam için; ve anlıksal yaşamı için de yine bilginin başlangıç
noktası olarak duyum yoluyla özdeksel evrene bağımlıdır. Yine, ekinsel yaşamı
için geçmişin düşünce ve ekinine, uygarlık ve gelişimine bağımlıdır. Ama insan
bir birliği aramada ne denli haklı olsa da, birliği çokluğun zararına ileri
sürmek yanlış olacaktır. Birlik, elde etmeye değer biricik birlik, ayrımdaki bir
birlik, türlülükteki özdeşliktir, başka bir deyişle, yoksulluğun değil ama
varsıllığın bir birliğidir. Özdeksel herşey türlülükteki bir birliktir
(moleküllerden, atomlardan, elektronlardan, vb. oluşan), ve bu tüm dirimli
örgenlikler için de geçerlidir. Giderek Tanrının Kendisi bile, tanrısal bildiriş
yoluyla bilindiği gibi, kişilerin ayrımındaki bir birliktir. İsa’da türlülükte
birlik vardır—Doğaların türlülüğünde Kişinin birliği. Kutsayıcı Görüşün birliği
ayrımdaki bir birliktir—yoksa varsıllığını yitirecektir (hiç kuşkusuz Tanrı ve
yaratık arasındaki ‘‘yalın’’ bir özdeşlik birliğinin olanaksızlığından ayrı
olarak).
Yaratılmış evrene bir birlik olarak bakabilir miyiz? Evren hiç kuşkusuz bir töz
değildir: bir tözler çokluğunu kapsar. Bununla birlikte, ona ilişkin
düşüncemizde bir bütünlüktür ve eğer erkenin sakınımı yasası geçerliyse, o zaman
bir anlamda fiziksel bir bütünlüktür. Evren, o zaman, belli bir düzeye dek
türlülükteki bir birlik olarak düşünülebilir; ama belki de daha ileri gidebilir
ve Herakleitos ile birlikte karşıtların çatışmasının—değişim—özdeksel evrenin
varoluşu için zorunlu olduğunu ileri sürebiliriz.
(i) Örgensel olmayan özdek söz konusu olduğu sürece, değişim—hiç olmazsa yersel
devim anlamında—zorunlu olarak söz konusudur, en azından eğer özdeğin bileşimine
ilişkin çağdaş kuramlar, ışık kuramı vb. kabul edilecekse.
(ii) Şu da açıktır ki, eğer sonlu, özdeksel olarak koşullu bir yaşam olacaksa, o
zaman değişim özseldir. Cisimsel bir örgenliğin yaşamı tümü de bir değişimi ve
böylece ‘‘karşıtların bir çatışmasını’’ içeren solunum, özümleme vb. yoluyla
sürdürülmelidir. Gezegen üzerinde türsel yaşamın sürmesi üremeyi kapsar, ve
doğum ve ölüm pekala karşıtlar olarak adlandırılabilirler.
(iii) İçinde hiçbir karşıtlar çatışması bulunmayan, saltık olarak hiçbir değişim
bulunmayan özdeksel bir evren düşünmek olanaklı mıdır? İlk olarak, böyle bir
evrende hiçbir yaşam olamazdı, çünkü tenselleşmiş yaşam gördüğümüz gibi değişim
olgusunu içerir. Ama, içinde hiçbir yaşam bulunmayan, bütünüyle duruk, bütünüyle
değişimsiz ve devimsiz özdeksel bir evren düşünmek olanaklı mıdır? Eğer özdek
erke terimlerinde görülürse, böyle salt duruk bir özdeksel evrenin nasıl
olabileceğini anlamak güçtür. Ama, tüm fiziksel kuramlardan ayrı olarak
düşünürsek, böyle bir evren fiziksel olarak olanaklı olsaydı bile, ussal olarak
olanaklı olabilir miydi? En azından böyle bir evren için hiçbir olanaklı işlev
saptayamayız—yaşamsız, gelişimsiz, değişimsiz, bir tür ilkel kaos.
O zaman öyle görünür ki salt özdeksel bir evren yalnızca a posteriori değil ama
ayrıca a priori de kavranamazdır. İçinde örgensel yaşamın bulunduğu bir özdeksel
evren düşüncesi değişimi gerektirir. Ama değişim bir yandan türlülük demektir,
çünkü değişimde bir terminus a quo ve bir terminus ad quem olmalıdır; ve öte
yandan dayanıklılık demektir, çünkü değişen birşey olmalıdır. Ve böylece
türlülükte özdeşlik olacaktır.
Vargımız böylece Efesli Herakleitos’un gerçek bir felsefi kavram saptamış
olduğudur, üstelik İyonyalı öncellerle aynı duyusal simgecilik yolunu izlemiş
olsa bile; ve bu özsel olarak Çok olan Bir kavramı tüm duyusal simgeciliğin
altında açıkça seçilebilir. Herakleitos hiç kuşkusuz tözsel düşünce kavrayışına,
Aristoteles’in noesis noeseosuna yükselebilmiş değildi, ne de Aristoteles’in
yapmaya çalıştığı gibi evrendeki dayanıklılık öğesini yeterince açıklayabildi;
ama, Hegel’in dediği gibi, ‘‘eğer yazgıyı her zaman gelecek kuşaklara en iyi
olanı saklayacak denli türeli düşünmek istersek, Herakleitos’tan almış olduğumuz
konusunda en azından onun bu saklanışa değmiş olduğunu söylemeliyiz.’’35
Notlar
1Frag. 121.
2Frag. 39.
3Frag. 42, 40, 129 (D.’e göre 129 kuşkulu).
4Frag. 58, 79, 9, 119.
5Frag. 14.
6Frag. 123, 93, 1 (bkz. 17, 34). Bkz. Diog. Laert., 9, 6.
7E.G.P., s. 132.
8Bkz. Frag. 12 ve 91.
9Crat. 402 a.
10De Caelo, 298 b 30 (III, i).
11Herakleitos gerçekten Olgusallığın sürekli olarak değişmekte olduğunu,
özsel doğasının değişmek olduğunu öğretir; ama bu onun için değişen hiçbir
Olgusallık olmadığı anlamında yorumlanmamalıdır. Herakleitos sık sık
Bergson ile karşılaştırılmıştır, ama Bergson’un düşüncesi de pek seyrek
olmamak üzere, ve anlayışla karşılanması gerektiği gibi, büyük ölçüde
yanlış yorumlanmıştır.
12Frag. 50.
13Frag. 80.
14Numenius. Frag. 16. apud Chalcidium, C. 297 (D. 22 A 22).15Frag. 51.
16Hegel, Hist. Phil., I.
17Frag. 65.
18Diog. Laert., 9, 8-9.
19Frag. 30.
20Frag. 90.
21Diog. Laert., 9, 11.
22Frag. 54.
23Frag. 51.
24Frag. 60, 36.
25Frag. 58, 61, 37.
26Frag. 102.
27Frag. 32.
28Frag. 96.
29Frag. 118.
30Frag. 77, 36.
31Frag. 94.
32Soph., 242 d.
33Krş. E.G.P., s. 159-60.
34De def. orac., 415 vs.
35Hist. Phil, I, s. 297-8.
[COPLESTON: FELSEFE TARİHİ: ÖN-SOKRATİKLER VE SOKRATES: 1. ÖN-SOKRATİK FELSEFE:
4. HERAKLEİTOS’UN SÖZÜ]
[Çeviren: Aziz Yardımlı (C) İdea Yayınevi 1986, 1997]
William Sahakian
Herakleitos’un başlıca öğretisi herşeyin bir akış durumunda olduğunu, sürekli
değişime uğradığını bildirir. Sürekli, değişmez töz diye birşey yoktur, çünkü
enson olgusallık özsel olarak değişebilir bir tözdür, her zaman gelişmektedir ve
buna göre sürekli olarak bir akış durumundadır. Tüm şeyleri karşıtlarına
değiştiren çekişme süreci evrenin gerçek Efendisidir. Herakleitos evreni
biteviye değişen bir dizge olarak gördü (hiçbir zaman hedefine ulaşma ya da bir
eksiksizlik durumunda sonlanma anlamında tam ya da son olmayan). Bu düşünceyi
özlü bildiriminde anlattı: ‘‘Herşey akar, hiçbirşey kalmaz.’’ Bir insan için
aynı ırmağa iki kez girmenin olanaksız olduğunu söyledi, çünkü sürekli olarak
ırmağa yeni sular katılırken aynı zamanda daha önce ırmağın parçası olmuş olan
su sürekli olarak denize akar, böylece artık ırmağın bir parçasını oluşturmaz.
Vargısı ırmağın verili herhangi iki kıpıda aynı olmadığıdır; zaman aralığı ne
denli küçük olursa olsun, değişim daha şimdiden olmuştur. Bu yüzden, evrendeki
başka herşey gibi, ırmak da süreklilikten yoksundur.
Bu yolda Herakleitos şeylerin gerçekte hazır yapılı birimler olarak
varolmadıkları vargısını çıkardı (eğer varolmak kıpıdan kıpıya özdeş olmaları
demekse); gerçekte, şeyler özdeşlikten yoksundurlar, çünkü yalnızca Oluş
içindedirler ve Varlığın sürekliliğini göstermezler. Yalnızca geçici bir evrede
ve her zaman birşey olmak üzeredirler. Herşey sürekli bir değişim, bir koşuldan
bir başkasına dönüşüm durumundadır, tıpkı örneğin bir insanın çocukluktan
yetişkinliğe geçmek zorunda olması ve zaman ile ilişkisi içinde yaşlanmayı
durdurma ya da değişimleri önleme yeteneğinde olmaması gibi. Yalnızca zaman
sürekli olarak ileriye doğru devinmekle kalmaz, ama bütün bir algı dünyası geçiş
durumundadır.
Herakleitos’a göre Başlatıcı (ya da erken Yunan felsefecileri tarafından
dünyanın yaratılışından sorumlu güçlere uygulanan terimle, Arke) ırasallarının
tüm türlülüğü içindeki algı özdeğini üreten devim idi. Bu bakımdan Herakleitos
Miletuslular ile anlaşıyor, çünkü onlar da devimin kendini özdekte sınırladığına
inanıyorlardı. Bu görüş hilozoistik öğretilerinde yansıtıldı, ve buna göre
özdeğin tüm biçimlerine içkin dirimsel bir öğenin her zaman değişmekte olan
evrendeki tüm süreçleri etkinleştirdiğini, tohumundan filizlenen bir ağaçtan
yatağını denize dek açan bir ırmağın devimlerine dek her yanda işlediğini
düşündüler.
Duyu nesnesi değil ama kozmik devim bengi olgusallıktır. Bu kozmik devim,
biteviye değişmesine karşın, gene de özdeşliğini koruyan ateşin biçimini alır.
Öyleyse Herakleitos için ateş tüm şeylerin doğuşudur, devimden sorumlu tözdür,
kendisi de aralarında olmak üzere başka her şeyi değiştiren evren-gerecidir.
Sona ermeyen devimine karşın, ateş tekbiçimli kalır; buna göre, evren,
değişmesine ve bu anlamda süreklilikten yoksun olmasına karşın, yaratılmamış
bengi bir değişebilirlik olmalıdır. Herakleitos’un felsefesinde kamutanrıcı bir
hilozoizm buluruz, çünkü evren ilkesini, ateşi, devim ile (ki dünyanın
oluşumundan sorumludur), enson olgusallık ile, ve Tanrı ile özdeşleştirir.
Böylece Ateş—ya da Tanrı—tüm doğadan ve onun sürmekte olan görüngülerinden
sorumlu kozmik süreçtir, evren ilkesidir.
Gerçi ‘‘değişimin kendisinden başka hiçbirşey sürekli değildir’’ dense de,
değişim süreci us ile, evrenin biricik sürekli yanı ile uyum içinde yer alır. Us
dünyadaki tüm değişen ve yineleyen biçimleri denetler, biteviye değişen
görüngülerin dizemli devimlerine yol gösterir, ve bu şeyleri yasaya göre yapar.
Öyleyse Herakleitos’a doğal yasayı, bilim yasalarını bulan ilk insan olma
ayrıcalığını vermeliyiz. Logos olarak adlandırdığı bu doğal ilke, us (ya da doğa
yasası), doğaya egemen olan ussal ilkedir; kozmik süreci evrensel ve değişmez
yasa ile uyum içinde yönetir. Evrenin Logosu kozmik etki ve tepki süreçlerinin
düzenli davranışını olanaklı kılar. Bu süreçler bitimsiz bir döngüde şeyleri
geliştirmek ve sonra dağıtmak için birleşirler—bir döngü ki, yaşamdan ölüme,
ortaya çıkıştan yitip gidişe, yaratılıştan yokoluşa, kaostan kozmoza—ve evrik
olarak—devinir, ve tümü de dizemli bir değişimin ardışıklığı içindedir.
Evrendeki herşey döngüsel bir düzende yer alan bu değişim ve karşı-değişim
sürecinden geçer, ve yalnızca değişim yasası, eş deyişle Logos kalıcılığını
sürdürür.
Logos, doğadaki evrensel us olarak, ayrıca buyruklarına boyun eğdiği tüm
durumlarda ruhun besin, dirimsellik ve eksiksizlik için kendi iç kaynağıdır.
Herakleitos’un (evrenin enson olgusallığı olan) ateşten diye betimlediği ruh
evrenin tinidir. Yaşam sırasında bedenin içersinde tutsaktır ve ölüm geldiğinde
oradan göç eder ve sonra yaşam boyunca gösterdiği ahlaka uygun ya da aykırı
tutumlar için haklı bir yargılamayı beklemesi gerekir. Kuru bir ruh, diyordu
Herakleitos, nemli bir ruha üstündür (ateş ve kuruluk birlikte giderler); buna
göre, dengeli bir tutum sürdürmeli, nemli durumundan ötürü sarhoş bir ruhun usa
göre davranmak yerine tutarsızlık içinde davrandığı olgusunu kafadan
çıkarmamalıdır.
Herakleitos insanlara tüm eylemlerini usa (Logos) uydurmaları gerektiğini
öğütledi. Nasıl doğa evrensel yasalara boyun eğiyorsa, insan da hem kişisel (ya
da törel) hem de toplumsal (ya da politik) yaşamında evrensel yasalara boyun
eğmeli, çünkü ussal kurallara, eş deyişle törel ilkelere göre yaşamalıdır. Ancak
böyle bir tutum yoluyladır ki dirlik ve mutluluk bulunacaktır; ancak usa
boyuneğme yoluyladır ki bu istenen sonuçlar olanaklı ve insanca
erişilebilirdirler. Ne yazık ki, diyordu Herakleitos, kitleler kendi duyuları ve
görüngüler tarafından aldatılır. Bilge insan mutluluğa ve doyuma giden doğru
yolda usu izleyecektir.
SAHAKIAN: FELSEFE TARİHİ: 2. ÖZDEŞLİK VE DEĞİŞİM SORUNU]
Çeviren Aziz Yardımlı (C) İDEA YAYINEVİ 1989-1996