MARCUS TULLİUS CİCERO
İsa'dan önce 106 yılında doğdu, 43 yılında öldü.Romalı
hatiplerin en ünlüsüdür.İşte ondan bazı güzel sözler.
* Sanıyor musun ki ,zihnimi edebiyatla uğraşarak geliştirmemiş olsaydım,
bu kadar çeşitli konular üzerinde günlük nutuklarım için malzeme
bulabilirdim , ya da ara sıra felsefeyle onun yükünü hafifletmemiş olsaydım,
bu kadar yorgunluğa dayanabilirdim?
* Hayatta başka işler her zamana, her yaşa, her yere uygun değildir, oysa
edebiyat, gençliği yetiştirir, yaşlılığa zevk verir, iyi günlerde süs,
felakette teselli ve sığınak olur. Evde eğlendirir, dışarda engel olmaz,
bizimle geceler, yolculuk eder, kırlarda dolaşır.
* Ben en yüksek ve bilgin insanlardan hep şunu işitmişimdir : başka şeyler
hakkında bilgi çalışma ile, kaidelerle ve sanatla elde edilebilir ama
bir şair, kuddretini tabiatın kendisinden alır ; onun zihninin özellikleri
sanki Tanrı ilhamıyla ona verilmiştir. İşte bunun için Ennius, şairleri
kutsal sayar, çünkü onlar tanrıların özel bir hediyesi olarak
bize verilmiş gibidirler.
* « Ut ignis in aquam coniectus, continuo restinguitur et refrigeratur : sic
refervens falsum crimen in purissimam et cautissimam vitam collatum, statim
concidit et extinguitur. »
Nasıl ateş suyun içine atılınca hemen söner ve soğursa, haksız
bir itham da pek temiz ve pek namuslu bir kimseye yöneltildiğinde derhal düşer
ve yok olur.
* « Vulgus ex veritate pauca, ex opinione multa æstimat. »
Bayağı insanlar pek az şeyleri gerçek değerine göre, çok
şeyleri peşin hükümlere göre takdir ederler.
* « Is mihi videtur amplissimus qui sua virtute in altiorem locum pervenit. »
Kanaatimce en soylu insan, kendi üstünlüğüyle daha yüksek
bir mevkiye erişendir.
* « Nihil est autem tam volucre, quam maledictum ; nihil facilius emittitur ;
nihil citius excipitur, nihil latius dissipatur. »
İftira kadar hiçbir şey hızla uçmaz ; hiçbir şey daha
kolay söylenmez, hiçbir şey o kadar dikkatle dinlenmez, hiçbir şey daha
fazla yayılmaz.
* « Virtus, probitas, integritas in candidato, non linguæ volubitas, non ars,
non scientia requiri solet. »
Bir adayda aranan özellikler fazilet, dürüstlük ve
doğruluktur ; ağız kalabalığı, sanat ve bilgi değildir.
* « Gratus animus est una virtus non solum maxima, sed etiam mater virtutum
omnium reliquarum. »
Minnettarlık yalnız en büyük bir fazilet değildir, fakat
diğer bütün faziletlerin de anasıdır.
*« Occultæ inimicitiæ magis timendæ sunt quam aperta. »
Gizli düşmanlıklardan açık olanlardan daha çok korkmak lâzımdır.
*« Quid tam populare, quam libertas ? quam non solum ab hominibus, verum etiam
a bestiis expeti, atque omnibus rebus anteponi videtis. »
Halkın özgürlük kadar sevdiği bir şey var mıdır
? Onun yalnız insanlar tarafından değil, hayvanlar tarafından bile arandığını
ve bütün şeylere üstün tutulduğunu görürsünüz.
*« O magna vis veritatis, quæ contra hominum ingenia, calliditatem, solertiam,
contraque fictas omnium insidas, facile per se ipsa defendat. »
Ah, büyüktür hakikatin kudreti ! O, insanların maharetlerine, kurnazlığına,
hilelerine ve kurdukları bütün tuzaklara karşı da kendini kolaylıkla
savunabilir.
*«Nihil est detestabilius dedecore, nihil foedius servitute ; ad decus et
libertatem nati sumus : aut hæc teneamus aut cum dignitate moriamur. »
Hiçbir şey, şerefsizlikten daha iğrenç, hiçbir şey esirlikten daha
murdar olamaz ; biz şeref ve özgürlük için doğduk ; ya bunları muhafaza
ederiz, ya da itibarımızla ölür gideriz.
*« Brevis natura nobis vita data est ; at memoria bene redditæ vitæ
sempiterna. »
Doğa bize kısa bir ömür vermiştir; ama iyi geçirilmiş bir ömür
anısı ebedidir.
*”Animus vincere, iracundiam cohibere, victoriam temperare, adversarium
nobilitate, ingenio, virtute præstantem, non modo extollere iacentem, sed etiam
amplificare eius pristinam dignitatem; hæc qui faciat, non ego eum cum summis
viris comparo, sed simillimum deo iudico.”
Nefsimizi yenmek, öfkelerimize gem vurmak, zafer saatinde ölçülülükten
ayrılmamak, soylu, zekâ, erdem sahibi bir düşmanı düşmüşken yalnız
kaldırmakla kalmayıp onun eski şerefini artırmak; bunları yapan bence en yüksek
insanlarla değil, Tanrı’nın kendisiyle boy ölçüşebilir.
*« O dii immortales! Non intelligunt homines, quam magnum vectigal sit
parsimonia. »
Ey ölümsüz tanrılar ! insanlar tutumluluğun ne büyük bir gelir
olduğunu anlamıyorlar.
*« Sed inter hominem, et beluam hoc maxime interest, quod hæc tantum, quantum
sensu movetur, ad id solum, quod adest, quodque præsens est, se accommodat,
paullulum admodum sentiens præteritum, aut futurum. Homo autem, quod rationis
est particiceps, per quam consequentia cernit, causas rerum videt, earumque
progressus, et quasi antecessionis non ignorat, similitudines comparat, et rebus
præsentibus adiungit, atque annectit futuras ; facile totius vitæ cursum
videt, ad eamque degendam præparat res necessarias. »
İnsanla hayvan arasında şu büyük fark vardır : hissi ile hareket eden,
yalnız o ana ve mevcut olana bakar, geçmişi ve geleceği pek az düşünür.
Ama aklı olan ve onunla sonuçları sezen insan, olayların sebeplerini ve
onların ilerleyişini görür : onların ilk sebeplerini bilir, benzerlikleri kıyaslıyabilir.
Bugünkü olayları gelecektekilere bağlıyabilir ; bütün hayat yolunu
kolayca görür ve oradan geçmek için gerekli şeyleri hazırlar.
*« Qui ex errore imperitiæ multitudinis pendet, hic in magnis viris non est
habendus. »
Cahil çoğunluğun yanlış fikirlerine göre hareket eden kimse, büyük
insanlar arasında sayılamaz.
İKİ MEKTUP
Marcus Tullius Cicero (İ.Ö. 106) yılında Arpium'da doğdu. Genç
yaşta kardeşi ile beraber Roma'ya geldi. Orada felsefe ile uğraştı, ilk
davalarından sonra (İ.Ö. 77-79) yılları arasında Roma'dan ayrıldı. Önce
altı ay Atina'da kaldı, belâgat ustalarından ders gördü; Demetrios'un
derslerine devam etti. Epikuros'cu Phædros ve Zenon'u da dinledi. Oradan
Anadolu'ya gitti, buradaki belâgat ustalarından özellikle Rodos'lu Melon'un
etkisinde kalmıştır. Roma'ya dönüşünde ünlü davalar gördü. İlk ünlü
davası Q.Roscius dâvasıdır. İ.Ö:76 yılında Sicilya'da quæstor oldu, 70
de Sicilya valisi C.Verres'i eyalette yaptığı baskılar için suçladı.
69 yılında ædilis, 66 da prætor oldu. 63 de konsul seçildi. Konsüllüğü
esnasında devleti yıkmağa, Roma'yı ateşe vermeğe, devletin ileri
gelenlerini öldürmeğe yeltenen Catilina ve taraftarlariyle mücadele etmiş,
Catilina nutuklariyle bunların teşebbüslerini ortaya atmış ve Cæsar'ın
aleyhte bir nutuk vermesine rağmen, senatodan Catilina taraftarlarının idam
kararını almıştır. 60 yılında Cæsar, Pompeius, Crassus arasında birinci
triumvirlik kurulunca Cicero, P.Clodius'un , kanun dışı yollardan yürüyerek
bir Roma vatandaşını öldüren her vatandaşın öldürülmesi gerektiği
hakkındaki kanuna dayanılarak, sürgüne gönderilmiş, mallarına el konulmuştur.
Cicero, Selanik'te geçirdiği 18 aylık sürgün hayatından Optimatlar' ın
yardımıyla döndü. 52 de Kilikya eyaletine prokonsul oldu. Cæsar ile
Pompeius arasındaki iç savaşta (49-46), Cicero başta Pompeius tarafını
tutmuşsa da sonradan Roma'ya dönmüştür; Cæsar da onu gayet iyi karşılamış
ve affetmiştir. 45 te çok sevdiği kızı Tullia'yı kaybedince kendini
tamamiyle felsefî çalışmalara vermiş ve felsefî eserler yazmıştır. İkinci
triumvirlik zamanında yayınlanan proscriptolarla birçok senato üyeleri
gibi Cicero da öldürülmüştür.(43)
Çok sevdiği kızı Tullia'nın ölümü Cicero'yu çok sarsmıştı. Bu felâket
üzerine önce samimî dostu Atticus'un evine sığındı, sonra deniz kıyısındaki
Astura'ya çekildi, buradan da Atticus'un Ficulea malikânesine geldi, aşağıda
tercümesi verilen mektubu burada yazdı.
Servius Sulpicius Rufus, Cicero'nun çocukluk ve tahsil arkadaşıdır. Cæsar
ile, iç savaşta ona karşı hareketi bir yana bırakılırsa, daima iyi ilişkilerde
bulunmuştur. Buna rağmen kaybolan cumhuriyet için daima acı duymuştur.
Tulia'nın öldüğü sırada Atina'da bulunduğundan, Atina'dan arkadaşını
tesellî etmek için, aşağıda tercümesini verdiğimiz mektubu göndermiştir.
Oğlu aynı adla Servius Sulpicius Rufus'tur. Tullia öldüğü zaman babasının
yokluğunda Cicero'yu o teselli etmeğe çalışmıştır.
EPISTULÆ
(FAM.IV, 5)
Posteaquam mihi renuntiatum est de obitu Tulliæ, filiæ tuæ, sane quam pro eo
ac debui graviter molesteque tuli communemque eam calamitatem existimavi, qui,
si istic adfuissem, neque tibi defuissem coramque meum dolorem tibi declarassem.
Etsi genus hoc consolationis miserum atque acerbum est, ...............
SERVİUS SULPİCİUS'TAN CİCERO'YA
(FAM.IV,5)
Kızın Tullia'nın ölümünü haber alınca bu habere tahmin edebileceğin
kadar üzüldüm, kederlendim. Bu felâket yalnız senin başına gelmedi diye düşündüm,
hepimizin başına geldi. Senden uzakta olmasaydım, seni hiç yalnız bırakmazdım,
kederimi sana yakından gösterirdim. Gerçi böyle bir felâkete uğrıyan
insanı teselli etmeğe kalkışmak hem zavallı, hem de acı bir teşebbüstür,
çünkü seni teselli etmek istiyen akrabalar, yakın dostlar aynı acıyı
duyarlar da, teselli etmeğe çalışırken, kendileri de göz yaşlarına boğulurlar,
bir de bakarsın, başkalarına yardım edebilmek şöyle dursun, başkalarının
yardımına muhtaç oluverirler. Bununla beraber şu dakikada aklıma gelen sözleri
sana kısaca yazmağa karar verdim. Bunları sen kendin bulamazsın diye değil,
ama belki de kederin mâni olur da vaziyeti pek açık göremezsin diye yazıyorum.
İçini kemiren bu şahsî acı ile ne için kendini bu kadar harabediyorsun?
Vatanımız, şerefimiz, itibarımız, bütün mevkilerimiz nerede? Bir felâket
daha eklenince, kederin artabilir miydi sanki? Felâketten felâkete uğraya uğraya,
ruhun nasırlaşıp hiçbir şeye kıymet vermemeğe alışmadı mı? Yoksa felâketler
arka arkaya geldi diye mi üzülüyorsun? Söyle. Kim bilir kaç defa benim vardığım
şu sonuca varmış olmalısın: Yaşadığımız devirde acı çekmeden,
hayattan ölüme geçme bahtiyarlığına erişenler mutlu kimselerdir. Kızını
böyle bir zamanda hayata bağlıyabilecek ne vardı? Hangi olay? Hangi ümit?
Hangi gönül tesellisi? İleri gelen bir gençle evlenip ömür sürmek için
mi yaşıyacaktır? İtibarlı bir kimse olduğun için, gençler arasından kızını,
için rahat olarak emanet edebileceğin bir damat seçebilirdin. Yoksa kızın,
büyüyüp geliştiğini sevinçle gördüğü çocuklar yetiştirmek için mi
yaşıyacaktı? Bu çocuklar babalarından aldıkları görevleri üzerlerine
alabilecekler miydi? Mevkileri zamanında elde etmeğe aday olabilecekler miydi?
Devlet işlerinde, dostları uğrunda giriştikleri işlerde hürriyetlerini
kullanabilecekler miydi? Yukarda saydıklarımın hangisinin verilmesi ile alınması
bir olmadı? "Ama evlâdını kaybetmek felâkettir" diyeceksin, doğru,
felâkettir; ama bütün bunlara katlanmak, boyun eğmek daha büyük bir felâkettir.
Bana büyük bir teselli veren bir hâtıramı sana anlatmak istiyorum, belki acını
hafifletebilir. Anadolu'dan dönerken gemimiz Aigina'dan Megara'ya doğru yol alıyordu,
etrafımızı çeviren bölgelere bakmağa başladım: Arkamda Aigina vardı, önümde
Megara, sağımda Pire, solumda Korint . Bütün bu şehirler bir zamanlar, gelişmiş,
parlak şehirlerdi, şimdi ise yıkılmış, yerle bir olmuş, gözlerimin önünde
uzanıyordu. O zaman kendi kendime şöyle düşünmeğe başladım: "Ah,
biz zavallı insanlar! İçimizden biri ölür ya da öldürülürse üzülür,
kederleniriz. Ama bir tek yerde bu kadar şehir cesedi yatıp dururken, biz
insanların hayatı daha kısa olmamalı mı? İnsan olmaktan çıkabilir misin
Servius? Sonunda bir insan olarak doğmuş olduğunu unutmak mı
istiyorsun?" dedim. İnan bana, böyle düşünmekle büyük bir kuvvet
buldum. İstersen sen de şunu gözünün önüne getir: Daha, çok olmadı, bir
çırpıda bu kadar ünlü kimse öldü; Roma devletinden bu kadar insan
eksildi; bütün eyaletler altüst oldu; küçük bir kızın ölümlü ruhu yok
olursa, bu kadar kederlenilir mi? Bir ölümlü olarak doğduğuna göre, şimdi
ölmeseydi, birkaç yıl sonra ölmiyecek miydi? O halde, aklını, fikrini bu düşüncelerden
kurtar, sana daha çok yaraşan düşünceleri aklına getirmeğe çalış: De
ki, gerektiği kadar yaşadı, devlet var olduğu müddetce o da vardı; babasını
pretor, konsul, augur olarak gördü; ileri gelen gençlerle evlendi; hemen
hemen her türlü nimetten pay aldı. Bu yüzden ne sen, ne kızın kaderden şikayet
edebilir miyiz? Sonuçta, senin de,bir Cicero, başkalarına öğütler,
fikirler veren bir Cicero olduğunu da unutma! Başkalarının hastalıklarına
bakarken,tıp ilmini bildiğini söyleyip, kendilerine bakamıyan kötü
hekimler gibi hareket etme. Başkalarına verdiğin öğütleri sen kendi
kendine de ver, gözünün önünde tut. Uzun bir zamanla hafiflemiyecek, azalmıyacak
hiçbir acı yoktur.
Senin bu zamanı beklememen , bu hale bilgeliğin ile karşı koyamaman sana
yaraşmaz. Yer altında yaşıyanlarda his varsa, kızın seni seviyordu, bütün
yakınlarına saygı ile bağlı idiyse, şimdi senin böyle hareket etmeni
istemez. Bunu ölmüş kızından esirgeme; senin acın ile acılanan dostlarından
esirgeme; sana herhangi bir hususta muhtaç olabilecek vatanına, senin yardımlarından,
fikirlerinden faydalanmak imkânını bağışla. Sonunda, mademki bir defa bu
vaziyete boyun eğmek zorunda kaldık, dikkat et, sakın biri çıkıp da senin
, kızının acısı için değil, devletin içinde bulunduğumuz dönemi için,
başkalarının zaferleri için yas tuttuğunu sanmasın. Bu konuda daha fazla
yazmaktan çekiniyorum, senin bilgeliğine, aklına güvenmediğimi sanırlar.
Bunun için, yalnız şu noktayı belirttikten sonra, yazıma son vereceğim:
Senin mesut günleri asaletle karşıladığını, bu yüzden büyük övgülere
hak kazandığını kaç defa gördük, felâketleri de aynı şekilde karşılayabileceğini
bize göster, felâketlerin senin için, lüzumundan fazla bir yük olmadığını
bize anlat. Bütün faziletlerden yalnız bu faziletin sende olmadığını söyliyemesinler.
Bana gelince, daha sakin bir ruh haletinde olduğunu öğrendiğim zaman, sana
burada olup bitenleri, eyaletin ne halde olduğunu bildireceğim. Sağ ol.
( Atina,İ.Ö.Mart 45)
Ego vero,Servi, vellem, ut scribis, in meo gravissimo casu
adfuisses: quantum enim præsens me adiuvare potueris et consolando et prope æque
dolendo, facile ex eo intellego, quod litteris lectis aliquantum adquievi; nam
et ea scripsisti quæ levare luctum possent, et in me consolando non mediocrem
ipse animi dolorem adhibuisti......
CICERO'NUN SERVIUS SULPICIUS'A CEVABI
(FAM.IV,6)
Evet Servius, mektubunda yazdığın gibi, bu en büyük
felâketimde yanımda bulunmanı isterdim: yanımda bulunup beni teselli
etmekle, hemen hemen benim kadar acı duymakla bana ne kadar yardım edebileceğini,
mektubunu okuduğum zaman hissettiğim sükûnetten kolayca anladım. Çünkü
hem yasımı dindirecek sözler yazmışsın, hem de beni teselli ederken kendin
de aynı acıyı duymuşsun. Senin Servius'un o anlarda yapılabilecek her türlü
yardımlarıyla, bana ne derece değer verdiğini, bana karşı duyduğu
hislerin senin ne kadar hoşuna gideceğini gösterdi. Muhakkak ki onun
tesellileri benim için her zaman hoştu, ama hiçbir zaman bu seferki kadar
hora geçmedi. Sen ise beni yalnız yazılarınla, âdeta bir hastalık haline
gelen derdime iştirakinle değil, şahsiyetin, büyük nüfuzunla teselli
ettin. Çünkü felâketime, senin gibi bu kadar bilgelikle donanmış bir
kimsenin söylediği şekilde katlanmamayı kendim için bir ayıp sayıyorum.
Ama ara sıra acının altında eziliyorum, acıma güç dayanabiliyorum, çünkü
aynı felâkete uğrıyan insanları gözümün önüne getiriyorum da, onların
tesellilerinden mahrum olduğumu görüyorum: Q.Maximus, konsüllüğe erişen büyük
işler başarıp ünlü bir adam olan oğlunu kaybetti. L.Paulus ise yedi gün içinde
iki oğlunu birden toprağa verdi. Senin Gallus'un da, Cato da çok zeki, çok
erdemli çocuklarını kaybettiler. Ama felâketleri, devlet işlerinde kazandıkları
itibarın, yaslarına bir merhem olabileceği zamanda başlarına geldi. Ben ise
mektubunda hatırlattığın, çalışa cabalıya elde ettiğim o şereflerden
mahrumum.Bir tesellim vardı, o da elimden alındı. Beni düşüncelerimden
kurtaracak ne bir dost kaygısı, ne bir devlet görevi vardı; forum'da hiçbir
dâvaya bakmayı canım istemiyordu, Curia'ya gözlerimi ceviremiyordum. Olanca
maharetimi, kaderin bana bağışladığı her türlü nimeti kaybettim gibi
geliyordu, gerçekten de öyleydi. Ama başıma gelenlerin, senin, daha birkaç
kişinin de başına geldiğini düşününce, kendi kendime hâkim olarak, bu
felâketleri hoşgörüyle karşılamaya kendimi zorladığım zaman, yanına sığınıp
huzur bulacağım, tatlı yaradılışında her türlü kederimi, endişemi
unutacağım bir kimse vardı; ama şimdi, bu derin yara ile beraber, iyileştiğini
sandığım bütün yaralarım tekrar kanadı; devlet işlerinde kedere uğrayıp
eve kaçtığım zaman bana kollarını açıp kederimi dindirecek bir evim vardı,
ama şimdi kederimden evde oturamaz hale gelince, beni lûtuflariyle avutacak
bir devlete sığınamıyorum. Bu yüzden, hem evimden hem forumdan uzağım,
çünkü artık, ne evim devlet yüzünden uğradığım acıyı dindirebilir,
ne de beni evden uzaklaştıran kederi devlet işlerinde avutabilirim. Bu yüzden
seni dört gözle bekliyorum, seni bir an önce görmek istiyorum. Hiçbir
felsefi doktrin bana senin samimiyetin, sözlerin kadar teselli veremez. Zaten
gelişinin yakın olacağını da umuyorum, bana öyle dediler. Bir çok
sebeplerden seni bir an önce görmeği diliyorum. O zaman, eskiden yaptığımız
gibi, vaktimizi ne şekilde geçireceğimizi tasarlarız. Çünkü her şeyi,
bilge, asil ve anladığım kadar da, bana düşman olmıyan, seni de çok seven
bir tek kimsenin (Cæsar'ın) arzusuna uydurmak lâzım. Bu böyle olunca, ne
yapacağımızı değil, onun nazik müsadesiyle, dinlenmek için nasıl bir
plan kurmamız gerektiğini düşüneceğiz. Sağ ol.
(Ficulea, İ.Ö. Nisan 45)